Bazı
yatırımcılar harcamak (tüketim) için paraya ihtiyaç duyuyor olabilir ve
bu nedenle kar payı talep edebilirler. Fakat yatırımcılar kendi kar
paylarını hisse senetlerini satmak veya hisse senetlerine karşılık
borçlanmak, gelire endeksi tahvil satın almak veya kar payı ödemeyen
hisse senetlerine ayrıcalıklı (imtiyazlı) hisse senetlerini ilave etmek
suretiyle de yaratabilirler.
Aynı şekilde, ödenen kar payının tamamı tüketime gitmemektedir. Çoğu kar payı tekrar hisse senedi satın almak suretiyle yeniden yatırıma gitmektedir, ama aracı kurumun işlem maliyetleri (komisyon) ödendikten sonra. Fakat nakit getiri bu kadar isteniyorsa neden ıskontolu olarak satılan (vadesi doluncaya hiç nakit getiri ödemeyen) hazine bonoları bu kadar revaçta? Tıpkı kar payı ödemeyen hisse senetleri gibi bu tür bonoların getirisi tamamen beklenen fiyat artışlarına dayanmaktadır (nominal değerini buluncaya kadar iskontolu bonoların fiyatı vadesine kadar artmaktadır). Bu durum tüketim için ihtiyaç duyulan nakit dolayısıyla kar payı talebinin pek geçerli olmadığını göstermektedir.
Asil-vekil ilişkisi maliyetleri (agency costs) düşüncesi de kar payı tercihinde önemli rol oynayabilir. Asil-vekil ilişkisi maliyetleri hissedarların menfaatleri ile şirket yönetiminin menfaatlerinin birbirinden farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyişle, şirket yönetiminin hissedarların menfaatine olmayan bazı uygulamalar yapmasıdır. Bu düşünceye göre daha yüksek oranda kar payı dağıtımı sermaye ihtiyacı için dış kaynağa başvurmayı (borçlanma veya sermaye artırımı) gerektirir ve bu nedenle şirket yönetimini piyasanın daha fazla gözetim ve denetimine tabi kılarak asil-vekil ilişkisi maliyetlerini azaltır. Diğer taraftan, kar payı ödemesi şirket yönetiminin lüks harcamalar için daha az likit varlığa sahip olması sonucunu doğurur.
Son olarak, yatırımcılar bugünkü kesin olan kardan pay almayı gelecekte riskli olan şirket değer artışı kazançlarından pay almaya tercih edebilirler.
Peki, acaba kar payı ödemesi bir hisse senedini edinimi daha risksiz bir hale mi getirir?
Bazı yatırımcılara göre kümesteki bir tavuk (kar payı) çalılıklardaki iki tavuk (hisse senedindeki değer artışı) kadar değerlidir. Fakat kar payı ödemeyen bir hisse senedinde kesinlikle değer artışı olamasa dahi ödenen kar paylarının kesinlikle kaybedilen ilerdeki değer artışları olduğu unutulmamalıdır. Normalde bir hissenin fiyatı ödenen kar payı nispetinde düşer. Belirli kar paylarını belirsiz net karlardan ödemek net karları veya hisse senedini daha az riskli hale getirmez. Sadece nihai değer artışını daha riskli hale getirir.
Bazı yatırımcıların kar payı ödemeyen hisse senetlerini almayacakları doğrudur. Fakat kar payı ödemeyen şirketlerin hisse senetleri bundan etkilenecek midir? Hayır. Çünkü hisse senetlerinin fiyatı piyasadaki bütün yatırımcıların bir hisse senedinin değeri üzerindeki oylamalarıyla değil ilave yatırım miktarıyla belirlenmektedir. Kar payı arayışında olmayan ve yeterli varlığa sahip yeterli sayıda yatırımcı olduğu müddetçe kar payı ödemeyen şirketlerin hisse senetleri için endişeye gerek bulunmamalıdır. Bu hisse senetleri olması gereken fiyattan alınıp satılacaktır.
Peki, neden kar payı dağıtımı kararının bildirilmesi hisse senedi fiyatı üzerinde belirgin bir etki oluşturmaktadır? Çünkü şirket yönetimleri kar payı artışlarını şirketin sağlıklı geleceği ile kar payı dağıtılmamasını ise yakındaki bir felaketle özdeşleştirme konusunda yatırımcıları şartlandırırlar. Bazen kar payı ödememeye karar veren şirketlerin hisse senedi fiyatlarında düşüşler olmaktadır. Fakat bu sadece bir korelasyon olup hisse senedi fiyatlarıyla kar payı dağıtım kararı arasında neden sonuç ilişkisini açıklamaz. Kar payı politikalarında radikal kararlar alan şirketler bu kararlarını piyasaya duyurdukları diğer önemli haberlerle denk getirme eğilimindedirler.
Şirket yönetiminin temel amacı firmanın piyasa değerini maksimize etmektir. Şirketin değerinin maksimizasyonu kar payı dağıtma gibi finansman faaliyetleriyle değil yatırım faaliyetleriyle mümkündür. Fakat bazen şirket yönetimleri kısa vadeli bakış açısıyla kar payı politikalarıyla piyasaya mesaj vermek (signaling) vermek isterler. İstikrarlı kar payı dağıtımı oranına sahip şirketlerin kar payı oranlarını düşürmeleri veya kar payı dağıtımını atlamaları durumunda şirketin değeri piyasa tarafından negatif yönde etkilenebilmektedir. Bu tür şirketler kar payı dağıtım oranlarını artırır veya ekstra kar payı öderlerse bu şirketin değeri konusunda piyasa tarafından olumlu olarak algılanabilir. Ayrıca, geçmişinde kar payı dağıtımı bulunmayan şirketler yeni kar par payı açıkladıkları zaman şirket bundan olumlu yönde etkilenebilir.
Fakat kar payı dağıtımı konusunda ünlü finans profesörleri Fischer Black ve Myron Scholes tarafından yapılan önemli bir ampirik çalışmada hisse senetlerinin yatırımcılara getirilerinin getirinin kar payı ve değer artış kazancı arasında nasıl bölündüğüyle değil yatırımcıların üstlendikleri risk düzeyleri ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir (Chew, 2008). Bu nedenle, söz konusu bilim adamlarının yatırımcılara tavsiyesi yatırımcıların yatırım yapacakları hisse senetlerini seçerken kar payından ziyade risk, portföy çeşitlendirme, değerlenme ve vergi gibi faktörleri dikkate almaları, şirket yönetimlerinin ise kar payı politikalarını yatırımcıların getirilerini etkilemeye çalışmak yerine şirketin yatırım ihtiyaçları ve finansman seçenekleri doğrultusunda belirlemeleri ve bunu yatırımcılara açıklamak gerektiği yönündedir.
Bazı durumlarda şirketin kar dağıtım politikası finansal raporlarda açıklanmamış olabilir. Böyle bir durumda yatırımcılar gelecekteki kar payı dağıtım beklentilerini şirketin geçmişindeki kar dağıtım uygulamalarına bakarak belirleyebilirler. Eğer kar payı ödeme oranları son birkaç yıl içinde sabitse ve şirketin iş hacmi konusunda herhangi bir kayıp oluşmamışsa bu durumda kar dağıtım oranlarının aynı aralıklarda devam edeceğini varsaymak makuldür. Fakat geçmişteki kar dağıtım oranları çok değişkense bu durumda yatırımcılar kar payı dağıtım oranlarına yol açan faktörleri tespit etmeye ve bunlardan herhangi birisinin cari dönemdeki kar dağıtımı ile ilişkili olup olmadığını belirleyebilir.
İster deklare edilsin ister edilmesin kar payı dağıtım konusunda daha az yaygın uygulama kar dağıtım payı oranlarının artırılmasıdır. Çünkü şirketler birikmiş kar paylarının yakından izlemeye ve uzun denemde karlılık düzeylerini koruma konusunda emin olmak isterler. Karlılık düzeyi uzun dönemde istikrar kazanınca şirket kar payı oranının artırmayı tercih edebilir.
Kar payı dağıtımı konusunda çok daha yaygın uygulama kar payı dağıtım oranlarının düşürülmesidir. Bu genellikle şirketin işi hacminde öngörülebilir gelecekte telafisi mümkün görülmeyen azalışlar meydana gelmesi ihtimali nedeniyle oluşur. Şirketin gelişme sürecinin ileri aşamalarında veya ekonomik konjonktürdeki değişme iş hacminde azalmalara neden olabilir. Nitekim 2009 yılındaki global ekonomik krizde Türkiye'de birçok şirketin kar dağıtımına gitmemiş olması bu hususu desteklemektedir.
Kar payı dağıtımı konusunda yatırımcılarca dikkate alınması gereken en önemli faktör şirkette alıkonulan (dağıtılmayan) karın şirketçe nasıl değerlendirildiğidir. Bu değerlendirme şirketin net karının yıllar itibariyle artış (büyüme) oranı ortalaması ile yatırımcının şayet kar payı dağıtılsaydı bu kar payını kullanacağı yatırımın getirisinin karşılaştırması yapılmak suretiyle yapılabilir (Buffett and Clark, 1999).
Örneğin ABC şirketinin son beş yıldaki karlarındaki artış (büyüme) oranı ortalaması %20 ise ve eğer yatırımcı dağıtılacak kar payını yıllık ortalama getirisi %15 olan aynı risk düzeyindeki bir hisse senedinde değerlendirmeyi planlıyorsa bu durumda kar payının dağıtılmaması ve şirket yatırımları için kullanılması yatırımcı için daha iyi olacaktır. Karlardaki artışlar nihayetinde hisse senedi fiyatlarında artış olarak yansıyacaktır.
Sonuç
Kar payı dağıtımı konusunda tek bir faktörden ziyade yukarıda açıklanan bütün faktörler rol oynamaktadır. Şirketin nakit akımının yatırım ihtiyaçları ile ne derecede ilişkili olduğuna ve yatırımcının rölatif yatırım kazançlarına bağlı olarak, hiç kar payı ödememek de toplu kar payı ödemek de makul görünmektedir. Yatırımcıların bu konuda uzun vadeli bir bakış açısına sahip olmaları rasyonel ve karlı bir yatırım için oldukça önemlidir.
Eğer muhakkak aşırı likiditenin hissedarlara dağıtılması gerekiyorsa kar payı ödemek yerine şirketin kendi hissesini piyasadan satın alması daha makul görünmektedir. Fakat şirket yönetimi kar paylarını ödemek için sermaye arıtırımı yolunda gitmekten kaçınmalıdır.
Aynı şekilde şirketlerin hisse senedi fiyatlarını etkilemeye yönelik olmaktan ziyade yabancı kaynak (sermaye artırımı veya borçlanma) temini maliyetlerini iç kaynak (kar) maliyetleriyle karşılaştırmak suretiyle kar payı dağıtımına karar vermeleri sermeye birikimi ve derinliğinin henüz istenen seviyeye erişemediği ülkemizde büyük önem arz etmektedir.
Ahmet ARSLAN / MBA, CPA, Muhasebat Kontrolörü/Maliye Bakanlığı
Aynı şekilde, ödenen kar payının tamamı tüketime gitmemektedir. Çoğu kar payı tekrar hisse senedi satın almak suretiyle yeniden yatırıma gitmektedir, ama aracı kurumun işlem maliyetleri (komisyon) ödendikten sonra. Fakat nakit getiri bu kadar isteniyorsa neden ıskontolu olarak satılan (vadesi doluncaya hiç nakit getiri ödemeyen) hazine bonoları bu kadar revaçta? Tıpkı kar payı ödemeyen hisse senetleri gibi bu tür bonoların getirisi tamamen beklenen fiyat artışlarına dayanmaktadır (nominal değerini buluncaya kadar iskontolu bonoların fiyatı vadesine kadar artmaktadır). Bu durum tüketim için ihtiyaç duyulan nakit dolayısıyla kar payı talebinin pek geçerli olmadığını göstermektedir.
Asil-vekil ilişkisi maliyetleri (agency costs) düşüncesi de kar payı tercihinde önemli rol oynayabilir. Asil-vekil ilişkisi maliyetleri hissedarların menfaatleri ile şirket yönetiminin menfaatlerinin birbirinden farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyişle, şirket yönetiminin hissedarların menfaatine olmayan bazı uygulamalar yapmasıdır. Bu düşünceye göre daha yüksek oranda kar payı dağıtımı sermaye ihtiyacı için dış kaynağa başvurmayı (borçlanma veya sermaye artırımı) gerektirir ve bu nedenle şirket yönetimini piyasanın daha fazla gözetim ve denetimine tabi kılarak asil-vekil ilişkisi maliyetlerini azaltır. Diğer taraftan, kar payı ödemesi şirket yönetiminin lüks harcamalar için daha az likit varlığa sahip olması sonucunu doğurur.
Son olarak, yatırımcılar bugünkü kesin olan kardan pay almayı gelecekte riskli olan şirket değer artışı kazançlarından pay almaya tercih edebilirler.
Peki, acaba kar payı ödemesi bir hisse senedini edinimi daha risksiz bir hale mi getirir?
Bazı yatırımcılara göre kümesteki bir tavuk (kar payı) çalılıklardaki iki tavuk (hisse senedindeki değer artışı) kadar değerlidir. Fakat kar payı ödemeyen bir hisse senedinde kesinlikle değer artışı olamasa dahi ödenen kar paylarının kesinlikle kaybedilen ilerdeki değer artışları olduğu unutulmamalıdır. Normalde bir hissenin fiyatı ödenen kar payı nispetinde düşer. Belirli kar paylarını belirsiz net karlardan ödemek net karları veya hisse senedini daha az riskli hale getirmez. Sadece nihai değer artışını daha riskli hale getirir.
Bazı yatırımcıların kar payı ödemeyen hisse senetlerini almayacakları doğrudur. Fakat kar payı ödemeyen şirketlerin hisse senetleri bundan etkilenecek midir? Hayır. Çünkü hisse senetlerinin fiyatı piyasadaki bütün yatırımcıların bir hisse senedinin değeri üzerindeki oylamalarıyla değil ilave yatırım miktarıyla belirlenmektedir. Kar payı arayışında olmayan ve yeterli varlığa sahip yeterli sayıda yatırımcı olduğu müddetçe kar payı ödemeyen şirketlerin hisse senetleri için endişeye gerek bulunmamalıdır. Bu hisse senetleri olması gereken fiyattan alınıp satılacaktır.
Peki, neden kar payı dağıtımı kararının bildirilmesi hisse senedi fiyatı üzerinde belirgin bir etki oluşturmaktadır? Çünkü şirket yönetimleri kar payı artışlarını şirketin sağlıklı geleceği ile kar payı dağıtılmamasını ise yakındaki bir felaketle özdeşleştirme konusunda yatırımcıları şartlandırırlar. Bazen kar payı ödememeye karar veren şirketlerin hisse senedi fiyatlarında düşüşler olmaktadır. Fakat bu sadece bir korelasyon olup hisse senedi fiyatlarıyla kar payı dağıtım kararı arasında neden sonuç ilişkisini açıklamaz. Kar payı politikalarında radikal kararlar alan şirketler bu kararlarını piyasaya duyurdukları diğer önemli haberlerle denk getirme eğilimindedirler.
Şirket yönetiminin temel amacı firmanın piyasa değerini maksimize etmektir. Şirketin değerinin maksimizasyonu kar payı dağıtma gibi finansman faaliyetleriyle değil yatırım faaliyetleriyle mümkündür. Fakat bazen şirket yönetimleri kısa vadeli bakış açısıyla kar payı politikalarıyla piyasaya mesaj vermek (signaling) vermek isterler. İstikrarlı kar payı dağıtımı oranına sahip şirketlerin kar payı oranlarını düşürmeleri veya kar payı dağıtımını atlamaları durumunda şirketin değeri piyasa tarafından negatif yönde etkilenebilmektedir. Bu tür şirketler kar payı dağıtım oranlarını artırır veya ekstra kar payı öderlerse bu şirketin değeri konusunda piyasa tarafından olumlu olarak algılanabilir. Ayrıca, geçmişinde kar payı dağıtımı bulunmayan şirketler yeni kar par payı açıkladıkları zaman şirket bundan olumlu yönde etkilenebilir.
Fakat kar payı dağıtımı konusunda ünlü finans profesörleri Fischer Black ve Myron Scholes tarafından yapılan önemli bir ampirik çalışmada hisse senetlerinin yatırımcılara getirilerinin getirinin kar payı ve değer artış kazancı arasında nasıl bölündüğüyle değil yatırımcıların üstlendikleri risk düzeyleri ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir (Chew, 2008). Bu nedenle, söz konusu bilim adamlarının yatırımcılara tavsiyesi yatırımcıların yatırım yapacakları hisse senetlerini seçerken kar payından ziyade risk, portföy çeşitlendirme, değerlenme ve vergi gibi faktörleri dikkate almaları, şirket yönetimlerinin ise kar payı politikalarını yatırımcıların getirilerini etkilemeye çalışmak yerine şirketin yatırım ihtiyaçları ve finansman seçenekleri doğrultusunda belirlemeleri ve bunu yatırımcılara açıklamak gerektiği yönündedir.
Bazı durumlarda şirketin kar dağıtım politikası finansal raporlarda açıklanmamış olabilir. Böyle bir durumda yatırımcılar gelecekteki kar payı dağıtım beklentilerini şirketin geçmişindeki kar dağıtım uygulamalarına bakarak belirleyebilirler. Eğer kar payı ödeme oranları son birkaç yıl içinde sabitse ve şirketin iş hacmi konusunda herhangi bir kayıp oluşmamışsa bu durumda kar dağıtım oranlarının aynı aralıklarda devam edeceğini varsaymak makuldür. Fakat geçmişteki kar dağıtım oranları çok değişkense bu durumda yatırımcılar kar payı dağıtım oranlarına yol açan faktörleri tespit etmeye ve bunlardan herhangi birisinin cari dönemdeki kar dağıtımı ile ilişkili olup olmadığını belirleyebilir.
İster deklare edilsin ister edilmesin kar payı dağıtım konusunda daha az yaygın uygulama kar dağıtım payı oranlarının artırılmasıdır. Çünkü şirketler birikmiş kar paylarının yakından izlemeye ve uzun denemde karlılık düzeylerini koruma konusunda emin olmak isterler. Karlılık düzeyi uzun dönemde istikrar kazanınca şirket kar payı oranının artırmayı tercih edebilir.
Kar payı dağıtımı konusunda çok daha yaygın uygulama kar payı dağıtım oranlarının düşürülmesidir. Bu genellikle şirketin işi hacminde öngörülebilir gelecekte telafisi mümkün görülmeyen azalışlar meydana gelmesi ihtimali nedeniyle oluşur. Şirketin gelişme sürecinin ileri aşamalarında veya ekonomik konjonktürdeki değişme iş hacminde azalmalara neden olabilir. Nitekim 2009 yılındaki global ekonomik krizde Türkiye'de birçok şirketin kar dağıtımına gitmemiş olması bu hususu desteklemektedir.
Kar payı dağıtımı konusunda yatırımcılarca dikkate alınması gereken en önemli faktör şirkette alıkonulan (dağıtılmayan) karın şirketçe nasıl değerlendirildiğidir. Bu değerlendirme şirketin net karının yıllar itibariyle artış (büyüme) oranı ortalaması ile yatırımcının şayet kar payı dağıtılsaydı bu kar payını kullanacağı yatırımın getirisinin karşılaştırması yapılmak suretiyle yapılabilir (Buffett and Clark, 1999).
Örneğin ABC şirketinin son beş yıldaki karlarındaki artış (büyüme) oranı ortalaması %20 ise ve eğer yatırımcı dağıtılacak kar payını yıllık ortalama getirisi %15 olan aynı risk düzeyindeki bir hisse senedinde değerlendirmeyi planlıyorsa bu durumda kar payının dağıtılmaması ve şirket yatırımları için kullanılması yatırımcı için daha iyi olacaktır. Karlardaki artışlar nihayetinde hisse senedi fiyatlarında artış olarak yansıyacaktır.
Sonuç
Kar payı dağıtımı konusunda tek bir faktörden ziyade yukarıda açıklanan bütün faktörler rol oynamaktadır. Şirketin nakit akımının yatırım ihtiyaçları ile ne derecede ilişkili olduğuna ve yatırımcının rölatif yatırım kazançlarına bağlı olarak, hiç kar payı ödememek de toplu kar payı ödemek de makul görünmektedir. Yatırımcıların bu konuda uzun vadeli bir bakış açısına sahip olmaları rasyonel ve karlı bir yatırım için oldukça önemlidir.
Eğer muhakkak aşırı likiditenin hissedarlara dağıtılması gerekiyorsa kar payı ödemek yerine şirketin kendi hissesini piyasadan satın alması daha makul görünmektedir. Fakat şirket yönetimi kar paylarını ödemek için sermaye arıtırımı yolunda gitmekten kaçınmalıdır.
Aynı şekilde şirketlerin hisse senedi fiyatlarını etkilemeye yönelik olmaktan ziyade yabancı kaynak (sermaye artırımı veya borçlanma) temini maliyetlerini iç kaynak (kar) maliyetleriyle karşılaştırmak suretiyle kar payı dağıtımına karar vermeleri sermeye birikimi ve derinliğinin henüz istenen seviyeye erişemediği ülkemizde büyük önem arz etmektedir.
Ahmet ARSLAN / MBA, CPA, Muhasebat Kontrolörü/Maliye Bakanlığı
Neyi, hangi hisseyi alıp satma için #Temel analiz, Temel analize göre seçilen hissenin uygun alım ve satım zamanı için de #Teknik analiz gerekir.
YanıtlaSilTemel ve Teknik, tencere - kapak gibi birbirinin olmazsa olmazıdır.
Tabii bunlardan sonra uygun piyasa ve biraz da nasip olacak
Öncelikle uzun vade yatırımcısı olmak için gerekenler:
YanıtlaSil1- Çelik gibi sabır
2- Planlı hareket etme
3- Araştırmacı kişilik.
4- Teknik analiz bilgisi
5- Temel analiz bilgisi
6- Konjonktürü okuyabilme